Türkiye üniversiteleri uzun süredir doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanan rektörler eliyle yönetiliyor. Söz konusu rektörler ise üniversitelerin evrensel değerlerine, akademik özgürlüğe ya da üniversite bileşenlerine değil, kendisini atayan siyasi iktidara karşı sorumluluk taşıyıp siyasi iktidarın çıkarlarına göre üniversiteleri yönetiyor.
Dolayısıyla toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi üniversitelerde de siyasi iktidarın izlediği ötekileştirme ve düşmanlaştırma pratikleri makbul olarak tarif ediliyor. Siyasal sadakat ve itaatin üniversiteleri ciddi biçimde kuşattığı göz önüne alınırsa, siyasi iktidarın makbul görmediği ya da düşmanlaştırdığı her düşünce, her kimlik ya da her birey payına düşen şiddeti en ağır biçimde alıyor.
Bu nedenle Koç Üniversitesi’nde Kürt ve Alevi olan bir öğrenciye yapılan sistematik işkencenin failleri insanlık tarihinin en ağır zalimliğini yaparken tereddüt dahi etmiyor. Aksine oldukça rahat, yaptıkları şeyin doğruluğuna inanarak bir insana işkence edebiliyor. Cesareti ise
- Sarayın rektörlerinden,
- Makbul görülmeyen ya da muhalif kimlikleri nedeniyle üniversite öğrenimini bırakmak zorunda kalan, yurtlardan atılan, faşist çetelerin şiddetine maruz kalan, haksız ve hukuksuz biçimde disiplin soruşturmalarına ve ceza davalarına maruz kalan öğrencilere yaşatılanlardan,
- Yıllardır sistematik biçimde izlenen cezasızlık politikasından,
- Hukukun değil, siyasi iktidarın çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulmasından,
- İzlenen ötekileştirme ve düşmanlaştırma politikalarından
alıyorlar. Kısacası muktedirlerin zihinlerinden ve dillerinden saçılan zehir artık bir arada yaşamı tehdit edebiliyor!
Eğitim Sen olarak, yaşanan işkencenin tüm yönleriyle araştırılmasını, üniversitelerin demokratik, özgür ve eşit bir öğrenme iklimine kavuşmasını ve işkenceci faillerin yargı önünde hesap vermelerini istiyoruz! İnsan, toplum ve doğa yararına üniversite için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.