15 Temmuzun ardından kamuda tarihin en kapsamlı tasfiye hareketi yaşanırken, bugüne kadar iktidarın önünde engel olarak görülen Anayasal ve yasal düzenlemeler, ülkenin içinde bulunduğu “olağanüstü” koşullar gerekçe gösterilerek ‘askıya’ alınmış, iktidarın çizgisinde hareket etmeyen sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kurumlar, basın ve yayın organları ağır baskı ve tehditlerle karşı karşıya kalmışlardır.
15 Temmuz askeri darbe girişiminin başarılı olması halinde darbecilerin atacağı adımlar bizzat sivil iktidar eliyle hayata geçirilmiştir. Üstelik yıllardır fiilen yaptıkları gibi, kendi koydukları hukuk kurallarını bile daha bir iştahla çiğneyerek, toplumdaki darbe karşıtlığını baskıcı, otoriter yönetim tarzlarını meşrulaştırmak için kullanmışlardır. Kamuda yaşanan ihraçlar, muhalif gazeteler, kadın ve çocuk dernekleri, dergiler, TV, radyo ve internet siteleri birer birer kapatılması, siyasetçi, gazeteci, yazar, öğretmen, akademisyen, sanatçı, belediye başkanı ayrımı yapmadan iktidara biat etmeyen tüm muhalif kesimlerin darbeci bir mantıkla gözaltına alınıp tutuklanması ancak ‘fiili darbe’ koşullarıyla açıklanabilecek bir durumdur.
OHAL ile birlikte daha da belirginleşen demokrasi karşıtı baskıcı ortam, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik yasakların giderek artışı ve Kürt sorununda askeri yöntemlerin giderek tırmandırılması gibi gelişmeler Cemaatin güvenlik bürokrasisinde güçlenmesinde oldukça önemli rol oynamıştır. 15 Temmuz darbe sürecine giden yolu adım adım döşeyen kilometre taşlarını ‘Başbakanlık genelgesi’ ve ‘iç güvenlik yasası’ sonrasında polis ve askeri güçlere sınırsız yetkiler tanınması oluşturmuştur. İçte ve dışta hayata geçirilen savaş politikaları ‘darbe’ mekaniğini harekete geçirmiştir. Nitekim aylarca süren sokağa çıkma yasakları sürecinde öne çıkan üst düzey askerlerin 15 Temmuz darbe girişiminde kilit pozisyonlarda bulundukları görülmüştür.
OHAL süresince 95 yıllık Cumhuriyet’in bütün kazanımları yok edilmiş, Cumhuriyet’i temsil eden tüm değerler ve kurumlar hedef haline getirilmiştir. Müfredattan M. Kemal Atatürk’ün yaşamı, Atatürk ilke ve inkılapları ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili konular çıkarılmış veya daraltılmış, bilimsel eğitim tamamen yok edilmiş, laiklik ise yalnızca yasalarda yer alan bir ilke olarak kalmış, toplumsal yaşamın tüm alanlarında ve eğitimde laikliğin, laik yaşamın yok satıldığı yeni bir rejim yaratılmıştır.
OHAL süresinde öne çıkan önemli konu başlıklarından birisi de eğitimde cinsiyet eşitsizliğine dayalı ayrımcı uygulamaların artması olmuştur. Eğitimden başlayarak, toplumsal yaşamın her alanında cinsiyet eşitsizliği ile kurgulanmış toplumsal düzende var olmaya çalışan kadınların uğradığı eşitsizlik ve ayrımcılık OHAL sürecinde daha da belirginleşmiş, bizzat iktidar eliyle hayata geçirilen ayrımcı ve dışlayıcı uygulamalar kadınların çalışma alanlarından uzaklaştırılmasına neden olmuştur. Sözleşmeli öğretmen atamalarından, eğitim yöneticilerinin belirlenmesine kadar geniş bir alanda kendini gösteren cinsiyetçi uygulamalarda artış gözlenirken, yaşamın her alanında kadınlar daha fazla toplumsal baskıyla karşı karşıya kalmıştır.
Cumhurbaşkanı, OHAL ilan edilirken ‘OHAL’i halka karşı değil, devlete karşı ilan ettik’ iddiasında bulunmuştur. Ancak OHAL uygulamaları ve yasakları doğrudan halkın, emekçilerin işine, ekmeğine, yaşamına ve hak mücadelelerine yönelmiştir.