Geçtiğimiz yıllar içinde, büyük bölümü siyasal ihtiyaçlar üzerinden her şehirde bir üniversite açılmıştır. Ekim 2021 itibariyle 129 devlet, 74 vakıf, 4 vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere 207 yükseköğretim kurumunda eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam edilmektedir.
Türkiye’de uzun yıllardır tartışılan yükseköğretimin yeniden yapılandırılması üzerinden üniversitelerin ve yükseköğretim sisteminin tamamen piyasaya açılması, üniversitelerin toplumun değil, sermayenin ve iktidarın hizmetinde kurumlar haline getirilmesi için önemli adımlar atılmıştır.
2022 yükseköğretim bütçesi, AKP hükümetinin yükseköğretim sisteminin ihtiyaç duyduğu kaynağı genel bütçeden karşılama noktasındaki cimriliğinin sürdüğünü göstermektedir.
Yükseköğretim Bütçesinin Milli Gelire ve Merkezi Yönetim Bütçesine Oranı
Son 19 yıl içinde devlet üniversitesi sayısı 53’ten 129’a, toplam üniversite sayısı ise 76’dan 207’ye çıkmıştır. Aynı dönemde öğrenci sayısı 1,9 milyondan 8 milyona ulaşmıştır. Üniversite sayısı ve öğrenci sayısındaki hızlı artışa rağmen, yükseköğretim bütçesinin söz konusu artışı karşılayabilecek kadar arttırılmadığını görmek mümkündür. Yükseköğretim kurumlarına bütçeden ayrılan payın gerek merkezi yönetim bütçesine gerekse milli gelire (GSYH) oranının istikrarlı bir şekilde azaltılması dikkat çekicidir. Özellikle üniversite bütçelerindeki yıldan yıla yaşanan artışın tamamen personel giderleri gibi zorunlu harcamaları karşılamaya yönelik olduğu görülmektedir.
Geçtiğimiz yıllar içinde, başta akademik ve idari kadro politikası olmak üzere, pek çok açıdan iktidarın müdahaleleri ile karşı karşıya olan üniversiteler ve diğer yükseköğretim kurumlarına ayrılan bütçeler farklılık göstermekle birlikte, genel eğilim Hazine yardımının her geçen yıl azaltılması ve üniversitelerin kendi gelirlerini yaratmaya zorlanması yönündedir. Tek tek üniversite bütçelerine bakıldığında bu durumu görmek mümkündür. 2022 yılı için öngörülen bütçelerde, özellikle üniversitelerdeki temel hizmetlerin sınırlandırılması, dolayısıyla öğrencilerin cepten yaptığı harcamaların belirgin şekilde artması beklenmektedir.
2022 yılı yükseköğretim bütçesinin, artan üniversite ve öğrenci sayısına rağmen ihtiyaç kadar arttırılmadığı, aksine oransal olarak azaldığı görülmektedir. 2021 yılında 42 milyar lira olarak belirlenen yükseköğretim bütçesi, 2022’de 57 milyar 740 milyon liraya çıkarılmıştır. Ancak MEB bütçesinde olduğu gibi, yükseköğretim bütçesinin önemli bir bölümünü personele yapılan harcamalar oluşturmaktadır. Yükseköğretim kurumları bütçesinin yüzde 77’si zorunlu giderler arasında yer alan personel harcamalarına (personel giderleri (yüzde 67) + sosyal güvenlik kurumu devlet primi giderleri (yüzde 10)) ayrılmıştır.
ÜNİVERSİTELER İKTİDARIN ‘ARKA BAHÇE’SİNE DÖNÜŞMÜŞTÜR
2022 yükseköğretim bütçesinin bizlere gösterdiği en temel gerçek, yükseköğretimde uzun süredir yaşanan yoğun ticarileşme sürecinin artarak devam edeceği, öğrencilerin barınma ve burs sorununun süreceği ve ceplerinden yapacakları eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde artacağıdır. Ancak yükseköğretim sisteminin geleceği açısından sorunun sadece bütçe harcamalarıyla sınırlı olmadığı açıktır.
Genel bütçeden yeterince kaynak ayrılmayan üniversitelerimiz, 15 Temmuz sonrasında üniversitelerde yaşanan kitlesel akademik tasfiye ve siyasal baskıların da etkisiyle, bilimden ve bilimsel faaliyetlerden hızla uzaklaşmış, başta tamamen siyasallaşan kadro politikası olmak üzere, hemen her konuda iktidarın ve piyasanın ihtiyaçlarına göre hareket etmeye başlamıştır. Mevcut haliyle üniversitelerimizin bilim yuvası olmaktan hızla uzaklaştırıldığını, iktidarın arka bahçesine dönüştüğünü söylemek mümkündür.
Üniversitelerde liyakat ve akademik yeterliliğin yerini siyasal kadrolaşma, yozlaşmış ilişkiler ve itaat kültürü alırken, eğitim ve bilim özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırıldığı, üniversitelerin sıradan birer devlet kurumu haline getirildiği yeni bir sürece girilmiştir.
Eğitim Sen, eğitim sisteminin bütün kademelerinde olduğu gibi, üniversitelerimizin de uzun süredir büyük bir yıkımla karşı karşıya olduğunu sık sık vurgulamaktadır. Şüphesiz bu durumun temel nedeni ‘tek adam’ rejiminin siyasal hedefleri, bu hedeflere ulaşmak için benimsediği siyasal tercihler ve antidemokratik uygulamalarıdır. Son olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan gelişmeler bu durumu daha net bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak söz konusu tercihlerin ülkeyi ve üniversiteleri ne kadar geriye götürdüğü, üniversitelerimizi büyük bir belirsizliğe ve yıkıma sürüklediği açıktır.
Akademik özgürlükleri ortadan kaldıran, ihraç ya da işten atma politikalarıyla üniversitelerin içini boşaltan uygulamaların arttığı bir dönemde bütün demokratik itiraz ve kitlesel karşı çıkışlara rağmen iktidarın arka bahçesi haline getirilmek istenmesi kabul edilemez.
Sonuç
Eğitimden beklenen amaçların gerçekleşmesi, eğitimde ve yükseköğretimde personel açıklarının kadrolu istihdamla kapatılması, eğitimin ve yükseköğretimin niteliğinin yükseltilmesi, fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin giderilmesi, akademik ve idari personel açıklarının giderilmesi, öğrencilerin barınma sorunu, akademik personelin kadro sorunu ve diğer temel sorunlar için mevcut bütçe anlayışının acilen değişmesi gerektiği açıktır.
İktidarın başından itibaren benimsediği piyasa merkezli eğitim ve yükseköğretim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, üniversitelerin ‘şirket’, üniversite öğrencilerinin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedefleyerek, toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirmektedir.
Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal çıkarlar gözetilerek değerlendirilmesi ve sadece eğitimde ve yükseköğretimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payının belirgin bir şekilde arttırılmasıdır.